Meşhur iki hikaye vardır, bugünlerde kafamda dönüp duruyorlar. Muhakkak ki, bu yazıyı okuyanlar arasında, hikayeyi bilenler çoğunlukta olacaktır. Çekirgeyle filin hikayeleri. Çekirgeyi kavanoza koyup üzerine bir kapak kapatmışlar, çekirge günlerce çıkmayı umarak kendini kapağa vurmuş, neden sonra vazgeçmiş sıçramaktan. Öyle ki kapak açıldığında bile çıkmak için herhangi bir çaba sarf etmez olmuş. Benzer bir hikaye fil için de anlatılır. Henüz yavruyken ayaklarına takılan zincirden kurtulmayı dener fil. Fakat kendisi çok küçük, zincir ise çok kuvvetlidir. Zaman geçer, fil büyür, zincir küçük kalır ama fil yine de kırmayı denemez. Zira, zamanında yeterince denemiş fakat bir netice alamamıştır.
Teşbihte hata olmaz, bu örnekler bana bir bilim adamını hatırlatıyor. On bir kardeşin en büyüğü, kaybettiği iki evladından sonra dört çocuğa daha sahip olan ve sürekli maddi sıkıntılar içinde yaşayan Nobel ödülü sahibi, Ivan Petroviç Pavlov. Ünlü Rus fizyolog, deneysel psikoloji dalında, ardından gelen bir çok bilim adamını etkileyen çalışmalar yapmıştır. Yukarıdaki örneklere benzer durumlarla alakalı olarak Pavlov'un şöyle bir açıklaması vardır; “Beyin, yaşamış olduğu travmadan kendisini koruyabilmek için, dışarıdan gelen bütün bilgi paketlerini, kendi varsayımlarına göre yorumlar, birey de bu işlem sonucunda yeni bir doğruya “inanır” veya “bilir.” Pavlov'un çalışmalarının İngiliz takipçisi Sargant da bu söylemleri doğrular nitelikte 'beyin yıkama' üzerinde çalışmalar yapmıştır. Sargant, 'beyin yıkama' çalışmalarında travma yaşamış hastalarla çalışmıştır. Bu hastalarda çoğu zaman yaşadıkları travmanın ne olduğuna dair herhangi bir hatıra kalmamış olsa bile, bu olayla ilişkilendirebilecekleri tecrübelere maruz bırakıldıklarında çok kuvvetli duygusal tepkiler vermişlerdir.
Elbette bizim travmalarımız ve ardından gelen 'inandıklarımız' ve 'bildiklerimiz' çok daha masum ve bu bilim adamlarının üzerinde çalıştıkları gibi patolojik olgular değiller. Ancak beynin kendini koruma ve mevcut konfor alanını muhafaza etme iç güdüsü, bana sorarsanız aynı kökene dayanıyor. İnanmak ve bilmek hiç şüphe yok ki, bireyin toplum içinde varlığını sürdürmesi için ihtiyacı olan olgular, ancak “sorgulamak” bu bilgi ve inanca bir ceket gibi sahip olmaktan öte, onu benimseyip geliştirmemize, değişen benliğimiz ve çevremizle birlikte olgunlaştırmamıza yarayacaktır.
Ancak bu şekilde, gücümüzün farkına varıp zincirlerimizi koparabiliriz.
2011 Yılında Kara Kuşak adayı olarak görev yapmaktayken, çok sevdiğim çalışma arkadaşım Sn. Erdinç Kulbey ile birlikte Yalın Altı Sigma dergisinin de 'editörlüğünü' yapıyorduk. Bu derginin 10. sayısında yer alan, yine çok sevdiğim bir diğer çalışma arkadaşım Sn. Derya Ceylan'ın yazısını, konuyu kendi diliyle çok güzel özetlediği için yazımın sonuna ekliyorum.
Verilerle gerçeği görmek
Veri ve gerçeklerin Yalın Altı Sigma'nın temelini oluşturmasının bir çok iyi nedeni vardır. Ekip çalışmasına zarar veren gereksiz tartışma ve çekişmelerden kaçınmak mı istiyorsunuz? O halde, insanların fikirlerini, kanıt ve gerçekleri göstererek desteklemelerini kural haline getirmelisiniz. Süreçleri iyileştirmek mi istiyorsunuz? Varyasyon, hatalar ve süreç akışı ile ilgili veri toplamalısınız. Müşterinizin kim olduğunu ve ne istediğini bilmek mi istiyorsunuz? Veri toplamalısınız.
Yalın Altı Sigma projelerinin önemli bir bölümü ölçmek ve analiz etmekten oluşur. Fakat işletmelerdeki asıl değişim, iyileştirme projelerinin haricinde, günlük iş hayatımızda da mümkün olduğunca fazla ölçüm yaparak bu verileri kullandığımızda gerçekleşecektir. Böylece hangi noktalarda değişkenliğimizin ne derecede yüksek olduğunu tespit ederek iyileştirme fırsatlarını yakalayabilirsiniz.
Değişkenliği incelemek, bir yöneticinin, yönettiği işin gerçek performansını ve o işin süreçlerini derinlemesine kavramasına yardımcı olur. Eskiden -hatta bugün bile- kuruluşlar çalışmalarını 'ortalama' terimiyle ölçer ve tanımlarlardı. Ortalama maliyet, ortalama çevrim zamanı vb. Fakat aslında ortalamalar, değişkenliği gizleyerek, sorunların görülmesine engel olurlar. Veriler tek tek değerlendirilmelidir.
Veriler günümüzde yaygın olarak bilgi sistemlerinden alınmaktadır. Bu uygulamanın -hayatımızda büyü kolaylıklar sağlasa da- gözlem yapma sıklığımızı azaltmasına fırsat vermemeliyiz. Ölçüm için bir numaralı gereksinim 'gözlem yapma becerisidir'. Japonya'da 'gemba' oldukça önemli bir uygulamadır. Gemba; işin yapıldığı alanda (olay mahalinde) bulunmak, gözlem yapmak demektir. Gözlem yapmak ve işi yapanlar ile görüşmek doğru bilgilere ulaşmamıza olanak sağlar.
Bir kuruluşta veri sağlayabilecek pek çok kaynak vardır. Göz önünde bulundurulması gereken en önemli şey, seçtiğiniz ya da elinizde olan kaynağın doğru veriyi vermesi ve ölçmek istediğiniz süreç, ürün veya hizmeti temsil etmesidir. Çoğu zaman yapılan hata tahminlerimizi onaylamak için veri beklemektir. Ölçümlerin sürpriz sonuçlar verdiği görüldüğünde 'İmkansız!' diyerek veri yok sayılır. Bu aslında gerçekleri yok saymaktır. Bu gibi durumlarda daha derine inerek kök nedene ulaşmayı alışkanlık haline getirmeliyiz. Yıllar boyunca bir çok kuruluş verileri tek bir amaç için kullandı; çalışanları ödüllendirmek veya cezalandırmak için. Yalın Altı Sigma uygulanan şirketlerdeki fark, verilerin öğrenme ve süreç performansını izleme amacıyla kullanılmalarıdır.
Veri toplama alışkanlığı kazanmak kolay değildir, çünkü veri toplamadan, hislerimiz doğrultusunda karar vermeye alışmış durumdayız. Kendimizi karar vermeden önce duraklayacak ve araştırabileceğimiz mevcut veri olup olmadığını veya yeni veriler toplamamıza gerek olup olmadığını düşünecek şekilde yeniden eğitmeliyiz. Kendimize 'veriler bize neyi anlatıyor?' gibi basit bir soru sormayı öğretmek, iyileştirme çalışmalarımızda büyük bir fark oluşturacaktır.
Sevgilerimle,
Veteriner Hekim Gündüz İlsever
Duyuru ve haberlerimizi takip etmek için e-bültenimize kayıt olunuz.